Hayatının herhangi bir zamanını hatırla. Başarıyı kazandığın o ilk anı. Neler hissettin? Çok güzel bir duygu değil mi? Sana büyük bir haz veriyor olmalı. Bu gün bile o günleri düşündüğünde belki de kendinle gurur duyuyorsundur. Ya da keyif alarak yaptığın şeyleri düşün. Onları hala damağında kalan çikolata parçası gibi keyifle hatırlıyorsun değil mi?
Haz almak! Yani bir şeyi yaparken, bir şey için çabalarken bir anlamda ondan keyif almaktır aslında. Keyif alarak yaptığın her şey seni daha mutlu eder. Ona kendi ilhamından katarsın. Çünkü keyif alarak yaptığın her şeyle özel olarak ilgilenirsin. Onu yapışın öyle iş olsun torba dolsun şeklinde olmaz. Keyif alarak ürettiğin, yaptığın, oyalandığın şey sana mutluluk verdiği için ona kendinden bir şeyler katarsın. Kendi sanatçılığını da katarsın. Bu yüzden ilham almanın temelinde de aslında haz vardır. Onun da arka planında görünmeyen bir mutluluk vardır. Bu yüzden mutlu olduğumuz her şey bizde inanılmaz anılar bırakır. Hafızamızda daha güzel yer edinir.
Sen, işine giderken keyif almıyorsan sadece o işin temel anlamda yürümesini sağlayabilirsin. Ama bu duygu seni bir süre sonra tıkanmışlığa sürükler. Hep aynı şeyleri yapıyor gibi hissedersin. Kendini bir makinanın aynı şekilde çalışan parçası gibi görmeye başlarsın. Hiçbir insan bir makinanın parçası olmak istemez. Çünkü bu bir sıradanlıktır. İnsanın ruhunda ise yaptığı işe kendinden bir şeyler katmak vardır. Kendinden ilham alarak sanatçılığını katmadığı bir iş insanı sıkacaktır. Bu yüzden insanların çoğu mesleklerini sevmezler. Daha doğrusu mesleklerini sevseler bile çalıştıkları ortamı veya işyerini sevmezler.
Çünkü çoğu kurum olayı yanlış anlamıştır. Çalışanlarının kendilerine ait birer makine parçası gibi davranmasını isterler. Oysa makine parçası olmak ile takım oyuncusu olmak farklıdır. Zaten b u farkı anlayan şirketler başarıyı kazanır. Diğerleri ücretini veriyorum. Benim verdiğim işleri yapmak zorundasın bakış açısını korurlar. Onların 5-6 yılda batmalarının nedeni de insana verdikleri bu değersizliktir. Türkiye için konuşacak olursak kurulan her 100 şirketten 95’i ilk beş yıl içinde batmaktadır. Bunun nedenlerinden birisi de insana veremedikleri önemdir.
Tutku dediğimiz şeyin ortaya çıkması için ise insanların sevdikleri meslekleri yapması gerekli aslında. Bununla birlikte sevdikleri bir iş ortamında çalışması gerekli. Maslow’un piramidindeki basamaklarda yazanları karşılayabilmesi için asgari düzeyde bir kazanca ihtiyacı vardır. Bununla birlikte yaşadığı ortamda, ülkede mutluluğa ihtiyacı vardır. Yaşadığı toplumda denge ve adalete ihtiyacı vardır. Yani bir insanın haz alması ve işine tutku ile sarılmasının yegâne koşulu uygun şartların sağlanmış olmasına bağlıdır.
Bugün gelişmiş batı toplumlarını incelediğimizde onlarda gelişmiş/ insan hakları, demokrasi, eğitim, hukuk, ekonomi, oturmuş kurallar görmekteyiz. İnsanlar mutlu ise bulundukları toplumlara büyük katkılar sağlamaktadır. Büyük icatlar, beyin göçü almak, mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamanın yegâne koşulu insanın kendisini özgür ve mutlu hissetmesidir. Bilime ve sanata önem verilen toplumlar daima ileriye giderler. İnsanlar ancak mutlu ve huzurlu yaşadıkları zaman işlerine tutku ile sarılırlar. Tutku ile sarılmayı şuna benzetin. Ortada bir iş var. Ve siz bu işi öyle bir yapıyorsunuz ki yapabileceğinizin en iyisi o oluyor. En azından o an için. Ya da başka bir deyişle bir işi yaparken mış gibi yapmıyorsunuz. O işe kendinizden ilham katıyorsunuz. Zaten bu sayede verimlilik artmış oluyor.
Öyleyse tutkulu çalışanlar görmek isteyen yöneticiler bunlara çok dikkat etmelidir. Bazen çalışanlarına öğlen yemeklerinde çiçekli masalarda tabakta servis yapmak bile, hatta yemek sırasında klasik müzik dinletip, garson çalıştırmak bile onlara kendilerini özel hissettirebilir. Bundan yıllar önce danışmanlığını yaptığım ülkemizin en büyük yan sanayi firmalarından birisinde bu uygulamayı görmüştüm ve çok beğenmiştim. İşçilerin yemek yediği salonlar restoran gibiydi ve garsonlar çalışıyordu. Koridorlarda tıpkı bir sanat galerisi gibi sanat eserleri vardı. İşçiler, üzerlerinde çalışma kıyafetleri olmasına rağmen kendilerini yine de özel hissediyorlardı. Tabi işverenin asgari ücret dışında da ara ara verdiği ikramiyeler ve ben ne kazanıyorsam bunda sizin de hakkınız vardır. Birlikte kazanıyoruz. Bu da sizin hakkınız söylemi işçiler tarafından müthiş şekilde beğeniliyordu. Bugün dahi bu firma yine Türkiye’nin kendi alanında en büyüğü. Hatta Hindistan’da da açtığı fabrika ile dünyanın da en büyükleri arasına girdi. Ama beş yılda batan firmalardan olmadı. Bu firma bugün dünya çapında bir firma olarak faaliyetlerini sürdürüyor.
İnsanlar basit şeyler arıyor aslında. Bulundukları ülkede mutluluk ve huzur arıyorlar. Yaşadıkları evlerinin güzel olmasını ve insanca dizayn edilmesine ihtiyaç duyuyorlar. Kazandıkları paranın Maslow’un temel ihtiyaçlar piramidindeki asgari ihtiyaçları karşılamasını bekliyorlar. İyi ve evrensel düzeyde sıkı bir öğretim bekliyorlar okullardan. Kavga ve dövüş istemiyorlar. Çünkü bu herkesin enerjisini çekiyor. Mutluluğu adeta yok ediyor. Yaşama sevincini bitiriyor. Geleceğe olan umudu azaltıyor. Kalabalık şehirlerde saatlerce trafikte beklemek yerine daha küçük şehirlerde de yaşayabilmek adına oralara da sanayi, tarım, hayvancılık gibi unsurların taşınmasını bekliyorlar. Almanya’da ve İngiltere’de insanlar çoğunlukla kasaba gibi alanlarda yaşıyorlar. Onlarda da büyük şehirlerde yaşayanlar var. Ama insanlar büyük şehirlerin yakınlarına inşa edilmiş modern ve insani kasabalarda yaşıyorlar.
Onların çocukları bu yüzden doğa ve toprak yüzü görüyorlar. İnsanların toprağa basması gerekli. İnsanların doğadan kopmaması gerekli. Belki de son yıllarda bizleri birbirimizden uzaklaştıran şeylerden birisi de bu betonerme yaşamdan başkası değil. Arı peteği gibi üst üste dizilmiş 50 daireli binalarda hiç kimsenin birbirini tanımadığı yaşam alanları inşa ederek modernleşmeye çalıştık. Ama bu bizi aslında birbirimizden daha da kopardı. Oysa komşuluk bizim kültürümüzde olan ne de güzel bir unsurdu geçmişte. Mahallelerde herkes birbirini tanırdı ve birbirinden bir şeyler isteyebilirdi. Yardımlaşma vardı.
Tutku ve haz! Bunlar çok önemli insani özellikler ve bunların yeniden ortaya çıkması şart.
İçinde yaşadığımız ülkeye katkı sağlayabilmemiz için tutkulu ve haz sahibi olmalıyız. Ama bunun için de yukarıda saydığım şartları yerine getirmeliyiz hep birlikte. Kavga etmek yerine mutluluğa odaklanmalıyız. Bunu yapmazsak maalesef birbirimizle olan muhabbetimizi kaybedeceğiz. Bu kadar insanın şehirlerde asgari ücret peşinde koşmasını hiç doğru bulmuyorum. 30 milyona yakın insanın son 15 yılda köylerden kentlere göç etmesi de doğru değil. Bu yüzden hayatımız maalesef pahalılaştı. Keşke şehirden köye yeniden göçmek için teşvikler verilse.
Asıl mesleği kuşaklar boyudur çiftçilik olan ve tarım hayvancılık yaparken haz duyan insanlar kendi köylerinde mutlu oldukları işleri yapsalar. Çünkü biliyorum ki toprağı ekmeyi biçmeyi seven birisinin büyük şehirlerde asgari ücret ile yaşaması onu hiç mutlu etmiyor. Şehirlerimizin bu kadar kalabalık ve keşmekeş olmasının nedeni de bu aslında. Köyündeki imkânları biten insanların şehirlere en azından bir umuttur diye gelmeleri. Çünkü başka seçenekleri kalmıyor. Köyde ektikleri ve biçtikleri para etse zaten orada mutlu bir şekilde üretecekler. Böylece ülkemizde en azından gıda ürünlerinde yaşadığımız pahalılığı yaşamamış olacağız.
Haz ve tutku aslında ne çok parametreyi etkiliyor. Mutlu olabilmek ise insani yaşam koşullarının ve ortamın olmasına bağlı. İstanbul’da bir yerden bir yere 2 saatten aşağı gidemiyorken isterseniz ayda 100.000 lira kazanın! Bunun ne önemi var ki? Mutluluğumuz için stratejik anlamda güzel bir planlama yapılması gerekiyor. İşimizden haz alabilmemiz için saydığım bütün unsurların tamamlanmış olması gerekiyor. Tutku için ise gerçekten sorunlarımızın bitmesi gerekiyor.
Eğer bizim sorunlarımızın dışındaki sorunlar daha çok zihnimizi tüketiyorsa hiç kimse tutkuyla işine gücüne odaklanamaz. Gerçek tutkuyla çalışan insanlar görmek istiyorsak batı standartlarında, insani bir yaşam kurmak için elimizden geleni yapmalıyız. Yoksa bu kadar genç nüfusu zayi etmiş olacağız. Bizim ise en güçlü silahımız genç nüfusumuz. Bunu iyi kullanmalıyız.
Uzman Klinik Psikolog Selçuk Arıcı
selcukarici@gmail.com
Bilgi: Selçuk Arıcı'dan randevu almak için çağrı merkezimizi arayabilirsiniz.
Yorumlar (0)
Yazıya ilk yorumu siz yazarak düşüncelerinizi diğer kullanıcılarla paylaşabilirsiniz.